OSTİM Medikal Sanayi Kümelenmesi’nin Başarılı Başkanı; Fatin Dağçınar

OSTİM Medikal Sanayi Kümelenmesi’nin Başarılı Başkanı; Fatin Dağçınar

OSTİM Medikal Sanayi Kümelenmesi Başkanı Fatin Dağçınar ile medikal sektörü ve sıkıntılarına dair röportaj gerçekleştirdik.

Sayın başkanım faaliyetteki amacınızdan bahseder misiniz?

Medikal sektörde bir çok dernek, federasyon ve sendika var. Fakat bunların içinde sadece, tam olarak üreticilerin sorunlarını dile getiren bizler varız. Bizde kümelenmenin getirmiş olduğu birlikteliğin sinerjisi var. Fakat her ne kadar dört tane ana bölgede kümelenmiş olsak da sorunlarımız farklılıklar gösterebiliyor.

Mesela; Samsun çoğunlukla cerrahi el aletleri ile ilgili üretim yapıyor, Ankara’da cerrahi el aletleri dışında her türlü üretimimiz var, İstanbul sarf ağırlıklı diyebiliriz. Dolayısıyla dediğim gibi sorunlarımız iştigal alanlarımızla ilgili farklılık gösterebiliyor ama sonuçta üreticilerimizin genel problemleri aynı bizim bunları bir araya gelip çözüme kavuşturmamız lazım.

AR-GE yapan firmalarımız Ankara, İstanbul ve Samsun olarak çoğunlukta, bu bölgelerde oluşturulan kümelerde yer alan arkadaşlarımız içinde  imkanları kısıtlı veya imkanları hiç yoksa onlarla beraber sinerji oluşturup bu sorunları çözüme kavuşturuyoruz  ama asıl işimiz sektörde kümelerimizin sesini çıkartması. Peki neden kümeler sesini çıkartmalı? Şöyleki; Bizler kümeyiz, hepimiz üreticiyiz, yerli ve milli ürünlerin Türkiye’de etkili olabilmesi, çoğalması için çalışıyoruz. Örgütlenmiş tıbbi cihaz üreticileri olarak bizler sektörde farklı bir konumdayız. Bizler yurtdışından ürün getirip satan firmalar değiliz.

Hepimiz orijinal ürünler yapıyoruz, hepimizin AR-Ge’si var. Hepimiz bu AR-GE’de oluşturduğumuz ürünleri gerek devlet destekli olarak, gerek TÜBİTAK destekli olarak veya desteksiz kendi finansmanlarımızla gerçekleştirip  ortaya koyuyoruz ve bu durum ciddi süreçlerden geçiyor. Çünkü genelde kobi tarzı firmalarız. Dolayısıyla sorunlarımız sadece Sağlık Bakanlığı ile sınırlı kalmıyor. Ekonomi Bakanlığı, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı, Enerji Bakanlığı’nın da çözüm getirmesi gereken sorunlarla karşılaşıyoruz. Dolayısıyla biz konumuzla ilgili bu mercilerle gerekli girişimleri sağlamak zorundayız.

Toplantılar, çalıştaylar nasıl kararlaştırılıyor?

Bu süreç ihtiyaç üzerine bakanlık tarafından başlatılıyor. Bir sorun çözülecekse veya bir yöntem belirlenecekse veya yeni birtakım düzenlemeler gelecekse Bakanlık bize çağrı yapıyor, bizde icabet ediyoruz. Lakin;  Sağlık Endüstri Yönlendirme Komitesi’nden (SEYK) bugüne kadar bir kez bile çağırılmadık. Nedenini bilmiyoruz.

Bununla ilgili sizler herhangi bir çalışma yaptınız mı? 

Komite; Sağlık Bakanlığı Müsteşarı’nın Başkanlığında, Bilim, Sanayi ve Teknoloji, Ekonomi, Kalkınma, Maliye Bakanlıkları Müsteşarları ile Hazine Müsteşarı, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanı ve TÜBİTAK Başkanı’ndan oluşuyor. Bugüne kadar da elliden fazla toplantı yapıldı diye biliyoruz fakat biz Ankara’da olmamıza rağmen bize bir davet, konularla ilgili görüşleriniz bildirin diye yazılı veya sözlü bir öneri gelmedi. Peki Türkiye’de gerçek üreticilerin oluşturduğu kümelenmeler ki bu kümelenmeler; Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı tarafından desteklenip; hadi arkadaşlar bizler bu işi yapacağız, 2023 hedeflerine beraber ulaşacağız denilip Sağlık Endüstri Yönlendirme Komitesi’ne bir kez bile çağırılmamamız bizleri üzüyor. Demek ki farklı bilgilendiriliyor buradaki yetkililer.

Peki küme olarak yeterince çaba sarf ettiğinizi düşünüyor musunuz?

Evet, biz devamlı olarak her konuda çalışıyoruz. Bizleri ilgilendiren her konuda görüşlerimizi bildirmeye devam ediyoruz tabii ki bu noktada; basılı yayın, sosyal medya gibi platformları iyi kullanmak çok önemli.

Gerekli yerlerde gerektiği kadar birbirlerinin arkasında duran bir sektöre sahipmişiz gibi… Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Onu söylemek zor tabii. Niye zor derseniz, örneğin; SEİS’ in bünyesinde hem üretici hem ithalatçı firmalar varsa, herkesin hakkını gözeten siyasi bir  politika uygulama gerekliliğine sahipler ama biz sadece üreticilerin haklarını koruyan siyasi politikaları ve  diğer yöntemleri belirlemek zorundayız.

Aslında sıkıntı şundan kaynaklanıyor; yurt dışındaki ürünlerin Türkiye pazarına girişinde bundan önce -şu anda bakanlığımız birtakım uygulamalarla bunların önüne geçilmeye çalışılıyor- elini kolunu sallayan cihazını buraya getirip satabiliyordu, şimdi  bunun  farklı yöntemlerle daha  korumalı bir noktaya doğru gideceğini biliyoruz. Zaten bizler bakanlığımıza bu konuda birtakım önerilerimizi dile getirdik. Bu noktada sizlere Kore örneğini vermek istiyorum.

Kore’de cihaz satmanız için  Avrupa da ki satışınıza imkan veren CE Belgeniz veya Amerika’da ki satışınıza imkan veren FDA belgeniz yeterli değil. Kore’nin Sağlık Bakanlığı’na bağlı KFDA diye kuruluşu var. 2010 yılından bu yana  çalışmalarını yürütüyorlar. Bizim cihazlarımızı satmak isteyen temsilci firmamız ilk önce başvuru yapıyor buraya, daha sonra oranın uzmanlarını alıp geliyorlar, burada bir inceleme yapıyorlar, sizin fabrikanızı, kalite sisteminizi detaylı bir şekilde inceliyorlar ve Kore’ de satabilirsiniz diye izin veriyorlar.  Aynı şekilde Brezilya; Latin Amerika’nın en büyük pazarı, orada da  Sağlık Bakanlığı hem kayıt edilebilmeniz adına hem de cihaz satabilmeniz adına korumacı sistem uyguluyor. Brezilya’dan başvurularınızı yapıyorsunuz, işlemler yaklaşık bir buçuk yıl kadar sürüyor daha sonra oradan gelip burada sizi yine denetliyorlar ve daha sonra izin veriyorlar.

Türkiye; Avrupa Birliği’ne girebilmek adına yaptığı anlaşmalardan ötürü CE Belgesi olan her ürünü kabul etmek durumunda. Kişinin CE  Belgesi varsa; yok biz bunu Türkiye’de sattırmayız diyemiyoruz maalesef.  Biliyorsunuz Trump Amerika’ya ‘’Buy American, Hire American’’  diye bir sloganla geldi. Yani ‘’Amerikan malı al, Amerikalı çalıştır’’ Dünya Ticaret Örgütü’ne bağlı olup birtakım kurallara haiz olmalarına rağmen; Ulusal  Güvenlik Birimleri var. Bu birim ulusal güvenliğimizi ilgilendiriyor diye birtakım ürünlerin -alüminyum, çelik vb.- giriş ve çıkış denetimlerini yapıyor. Mesela biz de şu an olağanüstü hal var, bu olağanüstü hal kullanılarak, Türkiye’ye girecek her ithal ürünün denetimi için düzenleme getirilebilir.

Böyle bir çalışma yaptınız mı ya da böyle bir çalışma yapılmasını tavsiye ediyor musunuz?

Biz daha önce küme olarak  böyle bir çalışma yapmadık ama bunu Ostim Yönetimi ile  daha önce birkaç defa konuştuk. Bu bizi aşan bir konu, ülkenin alacağı bir karar, kararın birtakım hukuksal zeminlere oturtulması gerekiyor bu da Medikal Sanayi Kümelenmesi olarak bizim bilgimizi aşıyor çünkü orada ulusal bir politikanın sergilenmesi gerekiyor.

Tabii Türkiye’de üretilen bazı ürünlerin eşlenikleri için Çin’den yapılan ithalatlar da fon konulabiliyor (ameliyat lambası gibi.) bunu biliyoruz ama bütün dünyadan Türkiye’ye gelecek ürünlere nasıl uygulanıyor bunu bilmiyoruz.

Türkiye’de yerli üretim yapan medikal firmaların hangi ülkelere veya hangi coğrafyalara daha çok satış yaptığına dair bir istatistiğiniz var mı?

Şu an da istatistiğimiz yok fakat genelde komşu ülkelerimize yoğunlaşıyoruz;  Kuzey Afrika, Arap Ülkeleri, Balkan Ülkeleri ,Türki Cumhuriyetler gibi. Buna benzer üç yıl önce yaptığımız, İhtiyaç Analiz Raporlamalarımız var, bu raporda da zaten bahsettiğimiz ülkeler yer alıyor. 3. UR-GE projemizi başlatacağız orada yeni raporlamalar çıkacak.

Sektör olarak sıkıntılarınızdan bahseder misiniz?

Yerli Malı’nı koruma amaçlı; Yerli Malı Belgesi olan firmalara %15 avantaj sağlanması ile ilgili bir genelge var fakat pek uygulanmıyordu ama artık uygulamaya başladılar lakin şimdi dönüp geldiğimiz noktada da Yerli Malı Belgesi alımıyla ilgili  sıkıntılarımız var. Şöyle; Yerli Malı Belgesi alırken sizin %50 burada ki Yerli Malı veya işçilik oranı maliyetleriniz isteniyor. Yerli Malı Belgesi almamız zor çünkü tıbbi cihaz dediğiniz zaman bu cihazlarda biz bir katma değer oluşturuyoruz. Yerli televizyon üreten bir firmamızı örnek verecek olursak bu firmamızın yaptığı televizyonun paneli Samsung ve LG’den geliyor. Diyelim ki;  500 dolara satılan bir televizyonun belki 200- 250 dolarını bu oluşturuyor. 50 dolarını belki içindeki entegreler oluşturuyordur, işçilik belki 100 dolardır. Baktığınız zaman bu televizyonun maliyetindeki  yerli katkı payı %25, %50′ den düşük ama diyorlar ki bu yerli malı. Aynı şey neden medikal de uygulanamıyor bilmiyoruz.

Başka bir örnek vereyim; siz yatırım yapıyorsunuz plastik enjeksiyon makinesi alıyorsunuz, aldığınız granül plastiği bu makinada basıp bir enjeksiyon yapıyorsunuz ancak  siz onu yurtdışından aldığınız için bu yerli malı sayılmıyor ama o  malzemeyi Türkiye’de  başka birine bastırır ve faturalandırırsanız bu yerli malı sayılıyor.

Aslında bu sorun satış fiyatı üzerinden çözülebilir. Mesela; 10.000 TL’ye satılan bir ürünün içindeki yabancı ürün  maliyeti 5.000 TL’den düşükse bu yerli malı sayılıyor. Biz bu konuda Bolu’da yaptığımız bir çalıştayda; yerli malı tanımının açılması, üretim sürecinin önemli aşamalarının netleştirilmesi,  katma değer oranının satış fiyatı üzerinden hesaplanması, yerli alternatifi olmayan yurt dışı girdilerinin işçi sayısıyla ters orantılı olması, belge alımı sonrası piyasada denetim ve gözetim oluşturulması -belge alındıktan sonra bu arkadaşların ne kadarı gerçekten yurt dışına üretim yapıyor diye kontrol etmek-  gibi konuları konuştuk. Burada ki amaç esasında; bazı firmaların Çin’de bir ürün  yaptırıp kendi markasıymış gibi getirip satmasını önlemek.

Yerli  Malı Belgesi olan firmalarımızın; ihalelerde ki Yerli Malı Belgesi’nin kabulünde yaşanan sıkıntıları  artık  aşıyoruz.  Lakin  Yerli Malı Belgesi alan firmalarımızın genelgeye ne  kadar uygunluk gösterdiği gibi sıkıntılarımız hala mevcut.

Sorunlarımızın bir tanesi de AR-GE’nin sayılmaması. Bizim için en önemli şeylerden biri AR-GE  çalışmaları. AR-GE’de çalışan personel maliyeti de sayılmıyor. Yani siz AR-GE elemanı aldınız onlar  burada mühendislerle çalışıyor bir ürün ortaya koyuyor ama  üretimde çalışmadıkları için bu elemanlarınızın  maaşını cihazın üretilmesiyle ilgili maliyetlere katamıyorsunuz. Sonuç olarak Yerli Malı Belgesi alımıyla çok kötü bir durum var. Bunun bir an evvel değişmesi lazım. Biz Ankara’da; İl Sanayi Müdürümüz Vehbi Bey (Vehbi Konarılı) ile bu konuda uzun süreli bir çalışma yaptık. Yine; Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığımız’dan Murat Bey’le görüştük konuyu değerlendireceklerini söylediler. Bu olursa; bir anlamı olur.

Ayrıca bizde Avrupa birliği standartlarına  uygun akredite laboratuvar sayısı da çok az, bizler gidip herhangi bir laboratuvarda test yapıp onun sonucunu kullanamıyoruz. Devletimizin bu işe girecek kişilere ve firmalara ek olarak insan kaynağı, vergi avantajı, yatırım teşviği gibi konularda  destek vermesini istiyoruz.

Şu anda Yerli Malı Belgesi veriliyor mu?

Tabii veriliyor ama verilirken ki yöntem yanlış. Birçok ileri teknoloji kullanan firmalarımız Yerli Malı Belgesini hâlâ alamıyor.

Peki bu yanlışlığa rağmen hak edipte alan firmalarımız var değil mi?

Var ama hak edipte alamayan firmalarımız çoğunlukta. Bunun acilen düzeltilmesi gerekiyor.

İhale şartnamelerindeki eksiklikler sizce nedir?

Eksiklikler de ayrı bir konu; mesela puanlama yöntemi diye bir yöntem var, biz bu yöntemle yurtdışındaki ihalelere katıldığımız zaman karşılaşıyoruz. Örneğin; bir araba alacaksınız, kişi diyor ki benim alacağım araba 2.000-3.000 motor arası olacak 2000 olursa buna 1 puan veriyorum  3000 olursa 2 puan veriyorum. Ondan sonra diyor ki; klimalı olacak; manuel klima ise 1 puan veriyorum otomatik klima ise 2 puan veriyorum. Benim aldığım araba maksimum 200- 250 km arası yol yapacak 200 olursa 1 puan veriyorum 250 oluyorsa 2 puan veriyorum gibi. Bundan sonra aldığımız tüm puanlar toplanıyor. Ters orantı kurularak tekliflerle çarpılıp yeni bir fiyat bulunuyor ve bu esas alınıyor. Sistem böyle. Gelişmemiş ülkelerde bile böyle bir puanlamayla karşılaşabiliyoruz ve ülkemizde de bunun olması gerekiyor.

Ayrıca ihaleye iştirak eden firmalar ihalelerde cihazın demonstrasyonunu yapıyor. İstenilen cihazın; şartlara uygunluğu bir heyet tarafından kontrol ediliyor fakat bu heyetteki herkes bütün tıbbi cihazların teknolojisini bilme yetkinliğine sahip olamazlar. Fakat cihazı satan kişiler sadece o işle uğraştıkları için hem rakiplerini çok iyi bilirler hem kendi cihazlarını tanırlar. Bizde bu yüzden diyoruz ki demolarda herhangi bir aldatma olmaması adına ihaleye katılan diğer firmalar da girsin.

Aldatmalar olabilir. Şöyle ki; düşünün bir arabanız var ve arabanızın hafızalı koltuğu var, size diyorlar ki arabanın koltuğunu; bilgisayar otomatik olarak size uygun bir şekilde ayarlasın ve  en iyi sürüş moduna getirsin. Siz de; benim koltuğum kendime   göre otomatik olarak ayarlanıyor diyorsunuz. Sonra heyet gelmeden önce siz koltuğunuzu kendi sürüş modunuza göre ayarlıyorsunuz, hafızaya kaydediyorsunuz ve bakın; koltuk benim oturma şeklimi alacak diyorsunuz ama istenilen şey bu değil. İstenilen şey; siz oturduğunuz zaman bilgisayar birtakım değerlendirmeler yapıp, koltuğu sizin kilonuza, göbeğinize, kol uzunluğunuza göre;  en iyi sürüş moduna kendisinin getirmesi. Sonuç olarak bunu, heyetteki doktor veya heyetteki biyomedikal mühendisi (Bu konuda çok tecrübeli değilse) anlamaz ama rakip firma anlar. Rakip firma şunun hafızasını silin ondan sonra yapın der. Yani ihale katılımcılarının; rakip firma demonstrasyonlarına girmelerini talep ediyoruz.

Şimdi üreticilerimiz için önemli bir diğer konu; MDR. (Avrupa Komisyonu- Medical Device Regulation) Kullandığımız CE Belgelerinin alımıyla ilgili kurallar, yöntemler değişti. Bunun bir an evvel nasıl yapılacağı ve nelere dikkat edilmesi gerektiği gibi birtakım eğitimlerle vs. firmalarımızın hazır duruma getirilmesi lazım. Yoksa birçok firmamız CE Belgesi alamazlar. CE Belgesi alamamalarıda bu firmaların kapanması neden olur. Nasıl? Bizler yurtiçi ve yurtdışı pazarına hitap ediyoruz, ihracat yapamazsak firmalarımız dediğim gibi kapanma tehlikesiyle yüz yüze gelebilir.

Avrupa Birliği, Tıbbi Cihazlar Regülasyonu’na bir an evvel uyum sağlanması lazım. Bunun için de devletin bir an önce önlem alması gerekiyor, Sağlık Bakanlığımız bu konuda çalışıyor, bu MDR’ı Türkçe’ye çevirdiler, yayınladılar. Bu konuda gerekli eğitimlerinde ortak olarak düzenlenmesi konusunda hemfikir olduk, kendileri bu eğitimler konusunda yardımcı olacaklar. Biz küme üyelerimizi bu konuda bilgilendiriyoruz ama 2020 çok yakın bir gelecek bundan ötürü bir an evvel harekete geçilmesi lazım.

KDV oranları sizleri nasıl etkiliyor?

Bizler üretimde kullanılan malzemeyi yurt dışından veya yerli %18 KDV ile alıyoruz ama satarken %8 ile satıyoruz, arada %10’luk bir KDV alacağı doğuyor. Bizler bunu bildirdik, nasıl düzeltilecek bilmiyoruz açıkçası, bekliyoruz.

Tıbbi Cihazlarda alım garantisi yok maalesef, siz bu konu hakkında neler düşünüyorsunuz?

Evet maalesef. Tübitak, Kalkınma Ajansları  ve  Kosgeb gibi kurumlarımızdan desteklenen tıbbi cihaz projelerinde alım garantisi yok ama savunma sanayinde öyle değil… Lakin hepimiz ticari işletmeleriz; en az savunma sanayi kadar önemliyiz. Bizim karşılaştığımız öyle önemli vakalar oluyor ki… Ürün yapıyoruz alınıp alınmayacağı belli değil, bizde diyoruz ki medikal cihaz alımında bizlere alım güvencesi temin edilsin. Mesela, ürününüzle bir TÜBİTAK projesine girdiniz, proje onaylandı. Bu demektir ki gerçekten desteklemeye değer, Türkiye için önemli bir ürüne sahipsiniz. TÜBİTAK buna ciddi paralar harcıyor ve ürün ortaya çıkıyor ama sonrasında devlet bu ürünü almıyor… O zaman neden desteklendi bu ürün? Eğer satılacak bir ürünse al o cihazı.  Bu yüzden gerçekten başarılı arkadaşlarımız projelerini hayata geçiremiyor.

SUT fiyatlarını uygun buluyor musunuz?

SUT fiyatlarıda aynı DMO’da ki gibi sıkıntılı, bunların da realiteye uygun belirlenmesini istiyoruz. Bu konuda çalışmaların yapıldığı söyleniyor. Bizde onları bekliyoruz.

MKSY’de (Malzeme Kaynak Yönetim Sistemi)  yaşadığınız sıkıtılar nededir?

MKYS’de ürünün içeriğinin ve şartnamesinin görülmesi istiyoruz. Firmalarımız masraf yapıyor, zaman harcıyor sonra ihaleye bir çıkıyoruz  yaklaşık maliyet 100 bin TL fakat en düşük verilen fiyat 200 bin TL. Çünkü o şartnameye göre 200 bin TL’lik bir cihaz verilmesi gerekiyor. Ne oluyor sonra ihale iptal oluyor, cihaz alınamıyor, cihazı talep eden hastaneler mağdur oluyor.

Hastayla ilgili bir tıbbi cihaz yapılacaksa klinik bir çalışmayla ortaya çıkması gerekiyor. Bu klinik çalışmayı da siz üniversite hastaneleri ile yapabiliyorsunuz. Bunun için siz etik kuruldan izin alıyorsunuz. Eğer bu çalışmayı hastanede ki bir doktor kuruluyla yaparsanız bu rahatlıkla ayarlanabiliyor ama siz bu çalışma için etik kurul ararsanız bulamazsınız, çok sıkıntı çekerseniz, hangi hastaneye gideceğinizi bilemezsiniz, karşınıza neler çıkacağını bilemezsiniz.

Enteresan durumların bir tanesi de zamanında tıbbi cihazlarda böyle bir talep gelmediği için veya böyle bir durumla karşılaşılmadığı için ilaçta uygulanan bir takım yöntemler uygulanıyor. Bu bizi çok büyük sıkıntılara  sokuyor. O da nedir? İlaç için; o ilacın deneneceği hastalarda; hastanın bütün masrafları size veriliyor. O gün işe gitmediyse işten kaybını ödüyorsunuz, tedavisiyle ilgili giderleri ödüyorsunuz, hastaya sigorta yaptırıyorsunuz vs.

Maalesef tıbbi cihazda da aynı yöntem uygulanıyor. Hastanın sizin cihazınızla tedavi olmasına rağmen onun masraflarını da siz ödüyorsunuz, sigorta yaptırıyorsunuz vs. Sigorta firmaları; medikal cihaz deneyen hastaları sigortalama gibi bir çalışma yapmamışlar.  Bu nedenle hastaları sigortalatmada da sıkıntı yaşıyoruz. Devlet şunu demeli; sizler medikal cihaz mı yapıyorsunuz? Ankara’da mısınız? Gidin Numune Hastanesine, biz yazını yazıyoruz, hastada SGK’lı gereken ödemeleri SGK üstlensin, siz üstlenmeyin.

Cazibe merkeziniz hakkında bilgi verir misiniz?

Bizim medikal sektörünün cazibe merkezi Erzurum. Firmalarımızdan bir tanesi fabrikasını Maltepe’den Kartal’a taşıdı diye 3 çalışanı istifa etmiş. Siz bize diyorsunuz fabrikayı Erzurum’a taşıyın. Türkiye’nin realitesi bu değil. Tabiki biz o bölge halkına katkı sağlamak isteriz ama tutupta bir medikal sektörünün oraya taşınması cazibe merkezi yapılması çok zor.

Sektörün dış pazarda yaşadığı sıkıntılar nedir?

Dış pazarda; Mesela Mısır’da  Türk Mallarına örtülü bir ambargo uygulanıyor. Biz tıbbi cihazlarımızı ihraç ederken Sağlık Bakanlığı’ndan Serbest Satış Sertifikası diye bir belge alıyoruz. Bizim Sağlık Bakanlığımızdan aldığımız belgeyi Mısır kabul etmiyor, gidin Avrupa’dan alın, gelin diyor.

Ayrıca bizim ihtisas organize sanayi  bölgelerine ihtiyacımız var. Yani devlet bize bir yer versin, biz yapalım. Medikalcileri bir yere alsın, savunma sanayini bir yere alsın, enerjiyi bir yere alsın, kauçuğu bir yere alsın. Ne kaybedilebilir ki? Birlikten kuvvet doğar…

Bu noktada mesleki eğitim de çok önemli; mesleki eğitimle ilgili aynı sıkıntı, okuduğum bir makaleye göre Amerika’da da var. Kişiler gidiyor bir üniversite bitiriyor. Bu kişiler; bir teknik okuldan bir tekniker veya teknisyen olarak çıkıp bir yerelere gelmiş kişilerin aldığı maaşı alamayacak yerlerde çalışıyorlar. İnsanlarımızın eğitime yönlendirilmesi lazım. Medikal sanayi için söylemiyorum tüm sanayimiz için söylüyorum. Tekniker, teknisyen okullarının arttırılması ve teşvik edilmesi lazım. Sektörde ara eleman bulunamıyor. Bunun sebebi kişiler özendirilmiyor, bunun geliştirilmesi lazım.

Geri ödeme süreçleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

En büyük problemimiz. Geri ödeme süreçlerinde maalesef üniversite hastanelerinde 1 yıla yakın, devlet hastanelerinde 2 yıla yakın almadığımız faturalarımız var. Bunun bir an önce düzeltilmesi lazım. Bu düzeltilmediği sürece biz medikal sektör olarak istediğimiz yerlere gelme, Cumhurbaşkanımızın söylediği  2023 hedeflerini yakalama gibi birtakım şeyleri yapmamızın imkanı yok. Bu devletimizin de bildiği bir şey ama maalesef herhangi bir gelişme yok.

Aselsan’ ın sağlık sektörününe girmesi hususunda neler düşünüyorsunuz?

Aselsan’ı da öneren biziz esasında. Bundan 5 yıl önce Savunma Sanayi’nde uygulanan offset sisteminin sağlığa uygulanması gündeme geldi. Bu konuda çok  deneyimli olan Züfer Arslan’nı bu işin başına verdiler -şu anda daire başkanı-  Fakat Savunma Sanayi’nde  bitmiş ürünü yapan, entegrasyon yapan firmalarımız var (TAİ, Aselsan-Havelsan-Roketsan vb.) bunlar işi alıyorlar, taşeronlarına dağıtıyorlar. Bu taşeronlar genelde talaşlı imalat yapan, kablolama yapan, boyama yapan vs. firmalar ama sağlıkta hem böyle entegrasyon yapan firmalarımız yok hemde herkes bitmiş ürün yapıyor. Bizler tutupta uçağın bir parçasını yapmıyoruz. Dolayısıyla bu offset te sıkıntı olacağı görüldü. Esasında biz offsetin devam etmesini istedik.

Dedik ki;Offsete limit getirin; mesela yurtdışında bir ihale açıldı ve  yurtdışından firmalar bu ihaleye katılacaklar. Offset ilk gündeme geldiği zaman 5 milyon doların üstünde bir alım olacaksa offsete girecek diye söylendi. Offset kapamanın bir takım yolları var. Birincisi;  Mevcut tesisler kullanılarak tedarik konusu mal veya hizmet kapsamında yüksek teknolojili bir ürünün veya parçasının belirlenecek bir yerlilik taahhüdü ile Türkiye’de üretilmesi. İkincisi; Yeni bir üretim tesisi kurularak tedarik konusu mal veya hizmet kapsamında yüksek teknolojili bir ürünün veya parçasının belirlenecek bir yerlilik taahhüdü ile Türkiye’de üretilmesi. Üçüncüsü; Yerli sanayiye teknolojik yeterlik kazandırılması, (AR-GE desteği ve Laboratuvar kurulması gibi.) Dördüncüsü de; Türkiye’den  ihracat yapılmasının sağlanması. Mesela; Kişi bakanlığa 10 milyon dolarlık bir ürün satacak. Ne yapacak? 10 milyonun %50’si 5 milyon. 5 milyon dolarlık bir malı Türkiye’den alıp, satmak zorunda. Bu sayede dış ticaret açığımız %50 kapanıyor.

Ayrıca bu ürünleri üreten firmalarımız yeni pazarlara açılıyorlar, alım garantisi olduğu için yeni yatırımlar yapıp ürün kalitesini ve çeşitliliğini arttırıyorlar vs.

SİP hakkında neler düşünüyorsunuz?

SİP’de (Sanayi İş Birliği Programı) dedilerki; ‘’Türkiye’de üretilmeyen ürünlere alım garantisi vererek yurtdışından daha cazip hale getirelim firmalar burada fabrika kursunlar yada ortaklığa gitsinler, cihazı Türkiye’de üretsinler hem Türkiye’nin ihtiyacı karşılasın hem dedışarı satsınlar. ‘’ İlk etaptada da manyetik rezonans, bilgisayarlı tomografi, dijital röntgen, ultrasonografi ve hasta başı monitörü seçildi.

Bu beş ürün seçilince biz itiraz ettik. Dedik ki; dijital röntgen ve hasta başı monitörü zaten Türkiye’de üretiliyor. Onlar da; montaj sanayi dediler. Montaj sanayi olsun ne fark eder? Dünyada dijital röntgenin olmazsa olmazı flat panel dediğimiz x-ray’i görüntüye çeviren sensörler. Bu flat paneli üreten zaten dünyada toplasanız on tane falan firma var.

Bunu Türk firmasının üretmesi gerekmiyor ki lakin kabul etmediler dijital röntgeni de kattılar. Devlet bu belirlediği beş adet ürünü sadece tek bir firmaya vereceğini açıkladı. Bu da ne kadar doğru öngöremiyoruz.